Lilliputlar: devcücekentler

Bir roman karakteri, fotoğraf ve çizim dijital ortamda bir araya geliyor ve gerçekliği yeniden üretiyor. Üniversitemizden çıkan Lilliput serisi, dijital ortamdaki yeniden üretimin yerel bir örneği. Sanal mecrada maceradan maceraya koşan gezgin Lilliput’un kitaplaşan hikâyesini tasarımcısı Mimarlık Bölümü Araştırma Görevlisi Hakan Keleş anlatıyor.

Lilliput serisinin hikâyesi 2017 yılının Mart ayında cep telefonuyla çekilen bir Eskişehir fotoğrafına telefonun kalemiyle hızlıca dev bir karakter çizilmesiyle başlıyor. “Bu işin bir seriye dönüşeceği ve dört yılda yüzlerce Lilliput foto/illüstrasyonu üreteceğim, sergiler açacağım, birçok etkinlik ve workshopa katılacağım aklıma gelmezdi” diyen Keleş, akademik çalışmalarında mimarlık alanına çektiği çizgi, illüstrasyon ve karikatür gibi pratiklerin sosyal medyada karşılık bulduğunu dile getiriyor ve “Lilliputlar: devcücekentler” adıyla kitaplaşan seriyi, üç başlık altında değerlendiriyor.

  1. İçerik: yer/beden/ölçek

Jonathan Swift’in “Gulliver’in Gezileri” romanında Gulliver, seyahatlerinden birinde “Lilliput” adında bir kente uğrar. Kendisi ortalama insan boyunda olmasına rağmen, bu kentte bir dev olarak algılanır çünkü bu kentin sakinleri cücelerdir. Bizim yaşadığımız kentler ise, insan bedeninin ortalama antropometrik ölçüleri standart kabul edilerek inşa edilmiştir. Kapı kolunun yüksekliğinden masa genişliğine, minimum koridor ölçüsünden kalkan duvar yüksekliğine kadar ölçülebilir bütün parametreler, Neufertian standartlara göre sabitlenerek bugün etrafımızı saran fiziksel gerçekliği oluşturur. Ortalama 1.60 kotundan algılanan bu gerçeklik toplamda hayatın ta kendisidir ve gerçek hayatta devler yoktur.

Serinin ilk işleri, yaşadığım kent olan Eskişehir’de fotoğrafladığım, gündelik hayatta çok da fark etmediğimiz mimari unsurlara odaklanmıştı. Binaların üzerinde kalan ölü hacimlerde, önünden geçip gittiğimiz eski yapılarda, geniş atriumlarda büyük bedenler görmek, bakanın o mekân ve atmosfer üzerine iki kez düşünmesini sağlamış gibiydi. Başlarda soyut bedenlerin fiziksel ortamla etkileşimine odaklanan işlerle başlayan seri, gittiğim kentlerde çektiğim fotoğraflarla mekân ve mizansen açısından çeşitlenmeye başladı ve zamanla -kitapta da yer aldığı haliyle- 5 farklı kategoriye ayrıştı. Lilliputgündelik, sıradan insanların sokaktaki hallerinin fragmanları; Lilliputnostaljik, bir zamanlar orada yaşadığını varsaydığım insanların kentin bugününde tekrar canlanması; Lilliputsarkastik, evrensel karikatür niteliğinde, mimari ortamla mizahi bir etkileşimden ortaya çıkan işler; Lilliputbilindik, kültürümüze ve coğrafyamıza mâl olmuş önemli figürlerin ilişkili ortamlarda büyük karakterler olarak resmedilmesi ve Lilliputorganik, serinin en başından beri üretile gelen, en yalın haliyle beden ve fiziksel ortam ilişkisini tartışan işler olarak tanımlandı. Kitaptaki halleriyle 200’e yakın çalışma bugünün Türkiye kentlerinin farklı bir panoramasını oluşturuyor ve içinde yaşadığımız çevreyi başka bir gözle okumayı imkânlı kılıyor.

  • Teknik: dijital foto/illüstrasyon

Walter Benjamin, 1936 yılında kaleme aldığı “Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı” adlı metninde, hızla değişen üretim araçları ve dolaşım hızının bir sonucu olarak sanat eserlerinin “aura”sını yitirdiğini, kopyalama ve çoğaltma tekniklerinin bütün sanat algısını değiştirdiğini vurguluyordu. Devamında ortaya çıkan Pop-Art akımı da bu değişen algının bir sonucu olarak okunabilir. 90’lı yıllardan itibaren ise, dijital çağa geçişle sanat ve tasarımdaki değişimin başka ve çok daha karmaşık bir versiyonunu yaşıyoruz. Bugün dijital üretim araçlarının çok daha yaygın, erişebilir olması ve hızlarıyla üreticinin işini büyük oranda kolaylaştırmaları üretimi ve çeşitliliği artırıyor -bir çeşit demokrasi yaratıyor-. Nihayetinde, cep telefonumun kamerası ve dijital olarak çizim yapmaya olanak sağlayan kalemi olmasaydı, fotoğraf üzerine illüstrasyon yapmayı belki düşünmezdim bile.

Lilliput serisindeki işleri birer artırılmış gerçeklik (AR) örneği olarak görmek mümkün, mekân ve çizgi karakter birleşerek yeni bir gerçeklik üretmeye çalışıyorlar. Fotoğrafla, üzerine çizilen karakterin kaynaşması ve gerçekten oradaymış gibi bir illüzyon yaratması en önemli detay. Çizgiyi fotoğrafın açısına, renklerine, ışık ve gölgesine uyumlu hale getirmek, karakterin tasarım ve çizim aşamalarında en çok mesai isteyen ve etkiyi de en çok artıran unsurlar. Karakterlerin yüzde 20 oranında şeffaf olmaları da hem illüzyonu güçlendiren hem de atmosferik bilgiyi artıran önemli bir nitelik. Bu açılardan bakınca, seri bu haliyle yalnızca dijital ortamda üretilebilirmiş gibi görünüyor.

  • Mecra: sosyal medya

Birkaç yıl öncesine kadar, karikatür ve çizgiyle uğraşan gençler mizah dergileri ya da muhtelif basılı yayında kendilerine yer bulmaya çalışıyorlardı. Fakat dijital kültürün yükselişi ve sosyal medyanın yaygınlaşması buralarda da önemli kırılmalar yarattı. Bugün görsel üretim yapan hemen herkes kendisini sosyal medyada var etmeye çalışıyor. Lilliput serisi de instagram mecrası sayesinde insanlarla buluşabildi denilebilir.

Instagram, bir fotoğraf ve video paylaşım aracı olarak 2010 yılında kuruldu ve her geçen gün kullanıcı sayısı artan önemli platformlardan biri. Farklı içerikler, hashtag’ler (#) üzerinden kümeleniyor ve insanların ilgi alanlarına göre eğlendirici, bilgilendirici ve eğitici niteliklere bürünebiliyor. Lev Manovich’in Instagram’da paylaşılan milyonlarca kent fotoğrafı üzerine yaptığı araştırmalara bakıldığında, mimarlık ve kentlerin de Instagram’dan doğrudan etkilendiği görülebiliyor. Kentlerin dijital ortamda tekrar tekrar yeniden temsil edilmesi, zamanla kentin arayüzünde değişikliğe bile yol açabiliyor. Bu anlamda, Lilliputlar fiziksel ve sanal olanın ortasında bir ara katman olarak kendini var eden ve sosyal medyadaki kent fotoğrafı olgusunun genel geçerliliğini bozmaya çalışan bir seri.

Sosyal medyanın geleneksel medyadan ayrıştığı temel niteliklerin etkileşim ve dolaşım olduğunu belirten Keleş, üretilen bir işin sisteme yüklendiği anda ‘feed’de görünür olduğunu ve takipçilerin beğenisine göre görünürlüğünün arttığını ya da azaldığını belirterek şunları ekliyor. “Üretim araçlarının dijitalleşmesine paralel olarak mecra da demokratik bir zemin yaratıyor bu anlamda. Fakat çok fazla içerik olması ve etkileşimin anlık gerçekleşmesi üretilen işlerin değerini de aşağıya çekiyor. Nitelikli bir içerik en fazla bir-iki gün görünür oluyor ve arkasından sosyal medyanın kalabalık ve karanlık dehlizlerinde kayboluyor.”

Lilliput serisini kitaplaşmasından duyduğu memnuniyeti dile getiren Keleş özellikle Eskişehir temalı işlerin, yaşadığı kentin bugününe ait bir görsel bellek kaydı üreteceğini söylüyor, kitabın ilham verici bir çalışma olarak karşılık bulmasını temenni ediyor.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s